28 Temmuz 2007 Cumartesi

DAVİNCİ ŞİFRESİ ÇÖZÜLÜYOR!

Polisiye ve gerilim filmlerinin tutkunuysanız heyecanlı, gizemli ve dinamik bir filme kendinizi hazırlayın... Dilinizi ısırtacak, dudağınızı uçuklatacak Da Vinci Şifresi, şimdi de beyaz perdede!

Ünlü simgebilim profesörü Robert Langton, Louvre müze müdürünün esrarengiz bir biçimde öldürülmesi ve ardında bıraktığı bir simge dizimi ve ipuçları üzerine bir gece Louvre müzesine çağrılır. Kriptoloji uzmanı Sophie Neveu’nün de olaya katılmasıyla ipuçları onları Leonardo Da Vinci’nin tablosuna götürür. Da Vinci bu sırrı ünlü Mona Lisa tablosunun içine gizlemiştir ve bu şekilde hayatlarını 2000 yıllık bir sırrı korumaya adamış gizli bir topluluğun varlığını fark ederler. Bu topluluk, cinayete kurban giden müze müdürünün de içinde bulunduğu Sion Manastırı Derneği’dir. Böylece Robert Langton’ın da hayati tehlikesi had safhaya varmış olur. Langton ve Nevenuo da Londra ve İskoçya’daki dehşetengiz serüvenleri sırasında bir yandan şifreyi kırmak ve insanlığı kökünden sarsmak için uğraşırken, bir yandan da kendilerini gerilim filmlerinin olmazsa olmazı, hep kendilerinden bir adım önde, zeki olduğu kadar da esrarengiz bir adamla karşı karşıya bulurlar.

Dan Brown’un Da Vinci Şifresi adlı romanını okuyan John Calley “Aklımı başımdan aldı, büyülendim. Birinci sınıf bir gerilimdi.” yorumunu yaptığı kitabın film haklarını hiç gecikmeden satın aldı ve böylece Da Vinci Şifresi serüveninin beyaz perdeye taşınmasının ilk adımı atılmış oldu. Kitaptan etkilenen bir diğer isim, Imagine Entertaintment ortak başkanı Brain Grazer ve ortağı yönetmen-yapımcı Ron Howard da soluğu John Calley’nin yanında aldı. Böylece John Calley-Brain Grazer ortak yapımı film, Ron Howard yönetmenliğinde ilk filizini verdi. Yönetmen Howard, “Bu hikayede, bir filmi eğlence aracı kılmaya yetecek tüm stil ve geleneksel gerilim öğeleri mevcut. İzleyiciyi belli bir yöne gittiğine çok net bir şekilde inandırıyor ama sonra sizi bambaşka şekillerde şaşırtıyor. Dan Brown’ın yarattığı hikaye bu yüzden okuyucuyu bu denli avucunun içine alıyor.bir polisiye, bir gerilim hikayesi olarak tanıdık geliyor ama sonra ‘vay canına’ dedirten büyüleyici bir olaylar dönüşümü var!” diyerek romanı okuyan birçok kişiye de tercüman olmuş.

Oyuncu kadrosuysa filmi izlenmeye değer kılan bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor. Robert Langton rolünde çift Oscarlı ve bunun dışında çok sayıda ödül sahibi Tom Hanks oynuyor. Howard’a göre Langton Hanks’in karakterleri her ikisinin de meraklı, zeki ve etrafında olup bitenlere ilgili olması yönünde kesişiyor. Filmin önemli karakterlerinden bir diğeri olan Sophie Neveu’yü ise seçmelere katılan yüzlerce Fransız aktrist arasından Audrey Tautou kapmış. Senarist Goldman’a göre “kutsal dişi” kavramı hikayenin en ilgi çekici unsurlarından biri. “benim için Da Vinci Şifresi’ndeki hikayenin en ilgi çekici yanı kimliğini arayan bu kızın tahmin ettiğinden çok daha fazlası olduğunu keşfetmesi. Yazım açısından bakıldığında bu çok verimli bir hikaye. Romanın diğer öğeleri kadar geniş çaplı ve destansı değildi ama benim için en zorlayıcı ve en insani yanıydı.” Diyen Goldman, karakterin filmdeki önemi hakkında da bir ipucu vermiş oluyor.

Yönetmen howard ise Audrey Tautou için “hem gizemli, hem ulaşılabilir”yorumunu yapıyor ve “Amelié” filminden hatırladığımız genç oyuncunun bu rol için biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor. Sir Leigh Teabing rolünü ise “Lord of The Rings” üçlemesinden ve “X-man” serisinden hatırlayacağımız Ian Mckallen üstlenmiş ve çok da yerinde olmuş. Hem kitapta hem de filmde lokomotif görevi gören Teabing karakteri , Howard’a göre Mckallen’a “cuk” diye oturmuş. Hanks de yelpazesi böylesine geniş, saygın ve deneyimli bir aktörle çalışmaktan çok memnun görünüyor ve rol arkadaşına da her fırsatta methiyeler düzmekten geri kalmıyor.

Psikolojik sorunları olan, babasını kendisine hayalet dediği için öldürüp hapse düşen ve romanın belki de en ilginç karakterlerinden biri olan Silas rolünü ise Paul Bettany üstlenmiş. “Akıl Oyunları” ve “Gangster No:1” deki üstün performansıyla hafızalarımıza kazınan Paul Bettany de yine birçok oyuncu arasından role en uygun kişi olarak seçilmiş. Duyduğu güvene ihanet edilince hayal kırıklığına uğrayan karakter Bezu Fache’yi oynama fikri ise Jean Reno’yu çok etkilemiş. 1994 yapımlı “Léon” filmiyle hepimizi göz yaşlarına boğan, ağlamak istemeyenlerimizin de boğazlarını düğümleyen Jean Reno , Howard’a göre bu filmde de rolünün hakkını veriyor ve filme değişik bir renk ve muazzam bir tat katıyor. Pisikopos Aringa Rosa rolüne, Alfred Molina “As You Like It”in İngiltere’de çekimleri sürerken seçildi.

Filmin çekildiği mekanlarsa oldukça ilgi çekici. Başlangıç sahneleri Paris sokaklarında çekilen filmin, izleyicinin gözlerini yuvalarında ters döndürecek kadar heyecanlı ve karmaşık kovalamaca sahneleri ise efsanevi Louvre Müzesi’nde çekildi. Ancak çok sayıda aksiyon sahnesi bulunduğundan eserlere zarar vermemek açısından Büyük Galeri için stüdyo kurulması gerekmiş. Ama Londra sınırlarındaki Pinewood stüdyolarında çekilen sahneler Louvre’u aratmayacak nitelikt. Çünkü stüdyo Louvre’a mükemmel bir şekilde benzetilerek tasarlanmış. Filmin baş manzara sanatçısı James Gemmill, Laovre’daki ölçülere uygun 150 tablo yapmış ve hepsini orijinalleri gibi resmetmiş. Film ekibi, kapanış saatinden sonra da Büyük Galerinin iç mekanında çekim yapılmasına izin verilen sayılı film ekiplerinden biri olduğu için mutlu.”Orada çekim yapabildiğimiz için kendimizi çok mutlu hissediyoruz. Film için harika bir renk oldu.” Diyen Hanks pek de haksız sayılmaz. Saint Sulpice ve Leigh Teabing’in yaşadığı Villette Şatosu’nda da çekim yapma iznini koparan ekip, iç mekanlarda kütüphane, mutfak ve çalışma odası için yine gerçeğinden pek farkı olmayan stüdyolar kurmuşlar.

İngiltere’de de Mabet Kilisesi’nde devam eden koşuşturma sonucu ipuçlarını yanlış yanlış yerde aradığını fark eden Langdon için şimdi hedef Westminston Manastırıdır ve Sophie’yi de alıp yola çıkar. Böylece filmin İngiltere kanadında yine gözlere ziyafet çeken bir mekan olarak karşımıza Westminston’un dış mekanları çıkar. Bu bölümde de filmin iç mekanları stüdyolarda çekilir. Londra’nın en turistik mekanlarından biri olan Westminston Manastırı dışındaki çekimlerde yaşanan zorluklar da malum. Turistik amaçlı gelip film setiyle karşılaşan insanlar için heyecan verici olsa da film ekibi için bir anlamda bir külfet olmuş. Ancak filmin kıvrak zekalı yönetmeni Howard, bu durumu da ekip lehine çevirecek bir çare bulmuş ve çevredeki insanları tatlı dili sayesinde kendilerine figüranlık yapmaya ikna etmiş. Longdon ve Neveu’nün arayışları İskoçya’daki Rosslyn Şapelinde son bulmuş. 10 metereye 21 metre boyutlarındaki gotik şapel, bakanı hayran bırakacak kadar karmaşık taş oymalarla dolu. Bu da yazarın niçin şapeli tercih ettiğini açıklıyor. Ve yapım ekibi son olarak soluğu filmin çok sayıda flashback sahnesinin çekildiği Malta Adası’nda aldı. Kutsal topraklar ve İspanya sekansları da burada çekildi.

Kitapta sözü geçen birçok yerde çekim yapan ekibe Tom Hanks tercüman olmuş: “Tüm bu yerler tarihi açıdan inanılmaz öneme sahipti. Küçücük kapılardan geçmek için sert zemine eğilip emeklememiz gerekti... her gün bir Hollywood stüdyosunun herhangi bir platosuna giderek çekim yapmaktan çok farklı bir deneyimdi.”

Da Vinci Şifresi, kitabı okuyan birçok kişinin zaten kaçırmak istemeyeceği, okumamış olanlarınsa kaçırmamasında fayda olan bir film. O halde izleyelim, görelim.

Hiç yorum yok: